BOZKIRIN KIVILCIMLARINDAN: RASİM ÇELİK


18 Haziran 1929 yılında Ayancık’ın Söküçayırı Köyü’nde doğar. Babası köyün imamı Ali Çavuş, 11 yıl askerlikten sonra terhis olup köyüne, yuvasına döner. Fakat iki ay geçmeden Karısı Ayşe’yi yine bir başına bırakır. Bu sefer Yemen yollarına düşer Ali Çavuş.

 

                Neden Yemen’e gittiğinin bilincinde bile olmayan Anadolu insanı gibi ona da Yemeni vatan diye tanıtmışlar. Oysa dilini, dişini bilmediğin, doğasının garip, insanlarının hoyrat olduğu bu yerlerden hiç bize vatan olur mu diye sormaya vakit bulamadan kendini Yemen’in sıcak çöllerinde bulurlar. Arkalarından yakılan ağıtlara bile bakmadan;

Gitme Yemen’e Yemen’e

Yemen sıcak dayanamam

Tan borusu çalınınca

Sen küçüksün uyanamam

 

Diyen sevdiklerinin feryatlarını bile duyamazlar Yemende esir düşerlerken. Esirlikten ancak iki yılda kurtulur Ali Çavuş. Uzun uğraşlardan sonra nihayet köyüne döner; bir daha da hiç çıkmamacasına.

 

                O zaman her köyde okul yoktu; tek tüktü okul sayısı. Komşu köye, Armutluyazı’ya eğitmen geldiğini duyar ali Çavuş. Küçük Rasim’i hemen kaydettirir. İlk üç yıl burada okuyan Rasim bu arada babasını yitirir. Ana oğul kalırlar bir başlarına. Bakarlar köyde olacak gibi değil kasabaya, Ayancık’a inerler. Bir bakarlar tutup orda yaşamaya başlarlar. Kurtuluş İlkokulu’na (Şimdiki Mehmet Akif Ersoy İlköğretim Okulu) kaydolur. Beşinci sınıfa geçtiğindeyse bir lira kirayla tek odalı bir zemin kat tutarlar.

 

                İlkokulu bitirdiğinde parasız pulsuz ortada kalır Küçük Rasim. Ortaokula da diyemez. Çünkü okul masraflarını karşılayacak güçleri yoktur.

 

                O günlerde Türkiye’de birçok alanda olduğu gibi eğitimde de dev adımlar atılır. Köy Enstitüleri kurulur yurdun dört bir yanında: Pazarören’de, Hasanoğlan’da Cılavuz’da, Çifteler’de, … Kastamonu’da da Gölköy Köyü Köy Enstitüsü kurulur. Enstitüleri kuranlar köy köy dolaşıp öğrenci kaydederler. O yıl Gölköy’e gidenler Haziran’da hazırlıklarını bitirip Enstitüye yerleşmişlerdir bile.

 

                Okumayı çok seven, okumanın dışında başka seçeneği olmadığını bilen Rasim ise ne yapıp edip Gölköy’e gitmeliydi. Ama nasıl? Tatilde çalışıp para biriktirmek istiyordu.

 

                Ormana giden dekovil(Tren) yolunda gündeliği 25 krş. İşe girer. Yaz boyunca çalışıp didinir ve otuz lira biriktirir. Artık parası da vardır. Tüm cesaretini toplayıp Gölköy Köy Enstitüsü’ne telgraf çekip okula yazılmak istediğini bildirir. Heyecanla ve korkuyla bekler; çünkü kayıtlar bitmişti, kendisini çağırmayabilirlerdi.  Nihayet beklediği cevap gelir: “Doğum ve nüfus kaydın köy ise Maarif Memurluğu’na başvurarak hemen gel!” sevincinden deliye döner. Hemen Maarif Memurluğu’nun yolunu tutar. Maarif Memuru, ilkokuldan başöğretmenidir. Rasim’in evraklarını hazırlar. Evrakların içine birde mektup koyar.

 

                O günler, Rasim’in geleceğini adeta kendi elleriyle çizdiği günlerdir. O çocuk başıyla boyundan büyük işlere girişir. Ama başka da seçeneği de yoktur. Yaşamında ki tüm olanaksızlıklar(babasızlık, parasızlık…) bu şansını iyi değerlendirmekten başka seçenek bırakmamıştır.

 

Evraklarını alıp doğruca annesinin yanına gider. Durumu annesine anlatıp etraflıca konuşurlar. O yaz kazandığı paraların yarısını annesine bırakarak sabahın erken saatlerinde yola koyulur. Kâh yürüyerek, denk gelirse tomruk trenine binerek zorlu bir dört günlük yolculuktan sonra okula varır.

 

                Okula yerleştirilip, eğitim ve öğretime başlarlar. O sınıfta Rasim gibi geç gelenler olduğu için eğitimleri ancak iki ay sürer. İki ayın sonunda 77 kişilik sınıfı sınava aldılar. Başarılı olan 27 kişi ikinci sınıfa devam eder.

 

                “Öğrenciler her sabah erkenden kalkıp okulun önünde ki büyük alanda toplanıyor ve güne sabah sporu ile başlıyorlardı. Sonra kendilerinden önce kalkıp fırında ekmek pişiren arkadaşlarını hazırladığı kahvaltıya geçiyorlardı. Sabah 7 buçuktan sonrada serbest okuma saati başlıyordu. Her enstitünün büyük bir kütüphanesi vardı ve Hasan Ali YÜCEL’İN çevirisini yaptırdığı klasikler burada bulunabiliyordu. 25 klasik eserin okumak zorundaydı.”

 

                Bu okumalar sonunda öğrenciler okuduklarından esinlenerek önce taklitler yazıyorlar. Daha sonra da kendi seslerini bularak Bozkırın ortasından Türkiye’nin geleceğine damgasını vuracak bir köylü aydınlar kuşağı yetişiyordu.

 

                Okulda günlük mesai 8 saatti. Bunun 4 saati kültür dersleri, kalan 4 saati ise “İŞ” ti. Günlük ders ve iş saatlerini bitiminde saat 17.00’dan itibaren akşam yemeği vaktine kadar Halk oyunları ve Müzik çalışmaları gibi sosyal faaliyetler yapılırdı. Bu okullar bilgiyi iş haline getirerek uygulayan bir sisteme sahiptiler. O yüzden adları “ENSTİTÜ” oldu. “Demircilik derslerinde, Marangozluk Derslerinde, Duvarcılık Derslerin, Tarım Derslerinde, Kültür Derslerinde öğrenilenler uygulanırdı.” Örneğin Matematikte Pisagor teoremi vardır. Öğrenciler bu teoriden yararlanarak binaların temellerini kazarlardı. Kültür derslerinde makaralar dediğimiz palangalar vardı, çok hareketli makaralar; İşte o makaraları binaları yaparken tuğlaları, kiremitleri, harcı yükseğe çıkartmak için kullanırdık. Analiz dediğimizi de kireçleri söndürerek öğrenirdik. Yani Enstitüler de Kültür dersleriyle iş iç içe girmişti, birbirlerini tamamlarlardı.”

 

                Geleceğin Rasim Öğretmeni de Demirciliğe ayrılır. Sanat öğretmenleri Osman Bayramoğlu, demirhane atölyesinin anahtarını ona veriri. Tüm sorumluluk artık onundur. Sabahları atölyeyi o açar, akşamları kapatırdı. Enstitü felsefesini Gölköy’de de yaşatırlar. Rasim Çelik’in ağzından öğreniyoruz: “ ilk zamanlarda okulun akarsuyu olmadan tulumbalarla suyumuzu temiz ediyorduk. Kışın tulumbalar buz tuttuğunda erken kalkıp, pürmüz lambasıyla buzları eritip suları akıtıyorduk.  4. Yılımızda 8 km yerden okula suyu da getirdik. Okulun tüm işlerini biz öğrenciler yapıyorduk. Başımızdaysa ders veya iş öğretmenlerimiz vardı.  Kendi yaptığımız binaları kullandık. Yetiştirdiğimiz ürünleri yiyor, kendi hayvanlarımızın ürünlerinden veya gücünden yararlanıyorduk. Yaparak, yaşayarak yetişiyorduk. Yaz tatili yerine bir aylık izinlerimiz vardı. O bir ayda da ormana çalışmaya gider harçlığımı biriktirirdim.”

 

                Enstitülü öğrenciler üst sınıftakilere abla veya abi; Son sınıftakilere de öğretmenim derdi. Bizim Rasim de, Enstitü de “Öğretmen” olacağı yıl Mayıs ayında bitirme sınavlarına girer. O yıl ki “Öğretmen”lere sınav olarak toplantı salonu ve Kütüphane binasının yapımını verirler. Kendilerine “ Buraya Bitirip Gidin” derler. Eylüle kadar hummalı bir çalışma sonunda binayı bitirip 13 Eylülde mezun olur; Kendi deyimi ile “Salıverirler” onları.

 

                Yaya olarak 4 günde geldiği yolu bu sefer yürümez. 60 krş. İnebolu’ya kadar otobüsle; oradan da 275 krş. Verip vapura binip, köyüne gelir.

 

                Çok geçmeden 30 Eylül 1947 de Söküçayır’ı Köyü İlkokuluna Başöğretmen olarak atanır. Çevre köylerde okul olmadığı için (Olanlarında 4. Ve 5. Sınıfları yoktu) iki yıl mevcutları 145 Öğrencidir. Önce derslere dışarı da başlarlar. Sonra köyün camisine yerleşirler. Enstitülü ruhunu boşuna kapmamıştır Rasim Öğretmen. Bilgisini ve yeteneklerini konuşturup köylüyle de el ele vererek Aralık ayına kadar okul inşaatını bitirip öğrencilerle de çatarlar. Döşemesinden çatısına kadar emek verdiği okuluna kış bastırmadan girerler.

 

                Okul dışında da bilgisini halkının hizmetine sunar Rasim Öğretmen. Köylünün sağlık işleri başta olmak üzere, tarım, hayvancılık işlerinde de köylüye yol gösterir. Köy, birbirinden uzak beş mahalleden oluşur. Akşamları da sırayla Bir mahalleye gider sohbet halinde ki köylüye okuma yazma öğretir. Yine öğrencilik yıllarında öğrendiği becerileri sayesinde köydeki bütün yoksulların kaplarını kalayladı… O yıl herkes kalaylı kaptan yedi yemeğini. Köylüyle çok iyi bir iletişim kurmuştu… Herkes onu çok seviyor; O da herkesin işine koşuyordu. Tarımda, hayvancılıkta, sağlıkta, arıcılıkta çevresinde kilere yardımcı oluyordu. Kimsesizlerin, yoksulların işlerini de imece ile yapıyor veya yaptırılmasını sağlıyordu. Öğrencileriyle de çok iyi anlaşıyordu. Onlarında görerek yaşayarak okumalarını itiyor bunu için elinden geleni yapıyordu.

 

                “Bir gün okul başöğretmeni ile birlikte tanımadığım bir kişi içeri girdi. Sınıfı mı ve kendimi tanıttıktan sonra derse devam edip edemeyeceğimi sordum. Yabancı ‘ Bir dakika!’ diyerek sınıfı gezdi, sınıfta ki malzemeleri dolapları incelemeye başladı. Tahta bir dolap herhalde çok ilgisini çekmiş ki Kimin olduğunu sordu. Bu sınıfa ait olduğunu öğrenince, okulumuz başöğretmeni ve maarif memuru olan İhsan ÖNEN Bey’e dönerek ‘Bu sınıf yaparak öğreniyor, bir şey sormaya gerek yok’ diyerek elimi sıkıp çıktı. Sonradan öğrendim ki bu yabancı bakanlık müfettişi meşhur Hakkı RODOP’ MUŞ”.

 

                Müfettiş daha sonra Ortaokula gitmiş öğretmensizlikten derslerin boş geçtiğinden yakınmaya başlayınca, ilkokulda çift öğretim yapan öğretmenler var. Boş saatlerini onunla kapatsana der. Okul müdürü Rasim öğretmen için o köy enstitülü dediğinde ondan daha iyisini mi bulacaksın deyip Rasim öğrtemeni çağırmış.

 

Rasim öğretmen o yıl Ortaokulun Matematik, İş, Coğrafya, Tarım ve Din derslerine girer. Enstitülü kimliğini de burada gösterir. İş derslerinde öğrencilerle birlikte okulun soba ve borularını yaparlar. Hatta evlerinde soba olmayan öğrencilerin sobalarını da yaparlar.

 

                Rasim öğretmen öğretmenliği boyunca eğitim hizmetlerinin birçok kademesinde bulunmuştur. Başöğretmenlikten ilköğretim müdürlüğüne kadar 26 yılı on ay hizmet verdikten sonra 1975 yılı Ocak ayında emekliye ayrılır. Görev zamanı hem mesleğini hem öğrencilerini hem de öğretmen arkadaşlarımı çok sevdim, onlara her zaman sevgisiyle yaklaştım diyerek başarısının nedenini böyle açıklar. Yaşam öyküsü bizlere anlatırken konuşmasını şu cümlelerle noktalıyor:

 

“İnsanoğlu karşısındakine ne kadar değer verirse öyle değer görür kanısındayım. Genç öğretmen arkadaşlara tavsiyem öğrencilerini sevsinler, onlara sevgiyle yaklaşsınlar. O zaman başarıları katlanarak artar. Biz Köy Enstitüsü mezunları hem öğrenciliğimizde hem de öğretmenliğimizde çok çileler çektik; Ama okulları açanları da her zaman saygıyla ve rahmetle andık. Bana bu fırsatı verenlere, yetişmemizde emeği geçenlerde çok teşekkür eder sevgi ve saygılarımı sunarım.”

 

Rasim öğretmen yaşadığı dönemde Ayancık’ta çok sevilirdi. Geçen zaman onun öğrencilerine duyduğu sevgiden, yardımlaşma duygusundan hiç bir şey koparamamıştır.  Son döneme kadar ilerleyen yaşına bakmadan bisikletine biner çağırıldığı okullara gider öğrencilere o günleri anlatırken aynı heyecanı yeniden yaşardı…

 

                 Neydi bu insanları kopmaz bağlarla bağlayan oysa yaşamlarında çok küstürdük onları. Öğrenciliklerinde çok kitap okudukları için solculuk ile suçladık; öğretmenliklerinde de öğrencilerini iyi yetiştirip, halkla iyi ilişkiler kurdukları, onların işlerine koştukları için komünistlik ile suçladık. Ama öğretmenliklerini hayallerini, heyecanlarını incelemedik. Tanımaya çalışmadık onları. Eğitim sistemleri aklın ve bilimin ışığında inceleyip geliştirmek yerine Enstitülerin kapısına kilit vurduk bir bir. “Köy Enstitülerinin birçoğu mezun olduktan sonra köylerine öğretmen olarak atandı. Ama bazıları bu kadar şanslı değildi. Polis takibinde yaşadılar, evleri basıldı, hapse atılıp sürgün edildiler… Onlara MİLLİ EĞİTİMİN ZENCİLERİ adı takıldı. Her şeye rağmen yazdıkları kitaplar şiirler, öyküler, romanlarla Türkiye’de yepyeni bir köylü aydınlar kuşağının ilk öncüsü oldular.”

 

                1940 baharında çıkarılan yasa ile kurulmaya başlayan 17341 köy öğretmeni yetiştiren; Öğretmenler aracılığıyla köyü canlandırmayı, köylüyü yönetime ortak etmeyi amaçlayan Köy Enstitüsünün 13 yıllık koşusu 1953 yılında sona erdi.

 

                Toplum olarak başta dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali YÜCEL, Enstitülerin “BABA” diye bildikleri İsmail Hakkı TONGUÇ olmak üzere Rasim ÇELİK’E, Talip APAYDIN, Fakir BAYKURT, Mahmut MAKAL’A, Mehmet BAŞAR’a, Ali DÜNDAR’a ve 17336 Enstitülüye özür borcumuz var. Ama özür dilemek yeter mi?

 

Erdoğan ERKAYMAZ

EĞİTİMCİ YAZAR

Alıntılar Can DÜNDAR’ın Köy Enstitüleri kitabından yapılmıştır.