Reklam
Reklam
Mustafa TÜRKMEN

Mustafa TÜRKMEN

dogusofsetayancik@hotmail.com

Türkiye de İslamcılık Düşüncesi

21 Mart 2014 - 21:40

Osmanlı düşünürlerinden ve devlet adamlarından Said Halim Paşaya göre ; İslam âleminin her tarafında ıslahat ve ilerlemeden, istiklale kavuşmaktan başka bir şey konuşulmamaktadır. Fakat bu gerilemenin mahiyet ve sebeplerinin ne olduğu hakkında hala bilgisizlik hüküm sürmektedir. Müslümanların geriliği ancak yabancı boyunduruğu altına girdikten sonra anlaşılmıştır. Hıristiyan milletler bizim geriliğimizi bizden çok önce görmüşler ve bu mesele ile meşgul olmuşlardır.

 

 Batılılar doğunun halini kendi ruh ve fikirlerine göre pek yanlış bir şekilde izah edip hüküm verdiler. İslam şeriatının noksan oluşundan ileri geldiğini iddia ettiler. Onların bu kanaatini kuvvetlendiren de, İslam âlemindeki hastalığın açık şekilde görünüyor olmasıydı. İslam milletlerinin dinlerinden başka ortak bir şeyi olmadıklarından ‘’Müslüman milletlerin şeriata uydukları müddetçe, Hıristiyan milletlerin daima aşağısında kalacaklarını’’ yüksek sesle ilan ve iddia ettiler.

 

 Bu hal tarafsız düşünceyi daima engellemiş ve çok büyük ehemmiyeti bulunan bu meselenin gerektiği tarzda ele alınamamasını sağlamıştır. İçimizden bazıları ise Müslümanların geri kalmalarından doğan neticeleri gerilemenin sebepleri olarak görmüşlerdir. İslam dini beşeriyetin saadetini temin eden en mükemmel din olduğu halde İslam milletlerinin Hıristiyanlara nispetle açıkça görülecek kadar aşağı seviyede olması meydandadır.

 

 Acaba Müslüman milletler dinlerinde bulunan sonsuz nimetlerden niçin istifade edemediler? Yoksa İslam dini gerçekten Müslümanları ilerlemekten alıkoymuş mudur? Böyle bir sual sorup bunlara cevap ararsak bugüne kadar işlene gelmiş hatayı tekrarlamış oluruz. Dinin ilerlemekte engel görülmesinin yanlışlığını ispat eden en güzel kanıtlardan biri Hıristiyan Avrupalılarda, Budist Japonların medenileştiklerini ve ilerlemekte olduklarını görmemizdir. Bunların dinlerinin ayrı olması ilerlemelerine mani olmamıştır. Çünkü hiçbir din ilerlemeye müsait bir toplumda ilerlemekten alıkoymaz.

 

 Gerileme sebepleri İslam memleketlerinin her birinde kendine has karakter taşımaktadır. Müslüman milletler zamanla ortaya çıkan yeni ihtiyaçların ancak dinlerini daha yüksek ve daha verimli tarzda tefsir ve tatbik etmeleriyle karşılanabileceğini anlayamamışlardır ve bu yüzden gerileyip çökmüşlerdir. Türkler için durum diğer milletlerden farklıdır. İslam’dan önce kurdukları medeniyet İslam’dan sonra ki tekâmüllerine mani olacak kadar köklü ve ileri bulunmadığından kabul ettikleri yeni şeriata büyük bir başarı ile hizmet ettiler.

 

 Müslümanların gerilemesinin ikinci sebebi ise İslam âlemi ile Hıristiyan milletler arasında arasında ortaya çıkan şiddetli ve sönmez bir din düşmanlığıdır. Sonu gelmez savaşlar Müslüman milletlerin ilerlemesine gözle görülür derecede mani olmuştur. Ayrıca bu nefret batıda süratle gelişen medeniyeti tanıyıp ondan faydalanılmasına da engel oluyordu.

 

İşte Müslüman milletler bu şekilde aynı hastalığa yakalandılar ve bunun dinlerinden geldiğine hükmedildi. Doğuda bitmek tükenmek bilmeyen felsefi münazaralar ile vakit geçirip metafizik vadisinde boş ve kısır çekişmelere düştüler.

 

 Bir Fransız veya Alman hangi şartlarda yaşarsa yaşasın bütün gayretleri bir noktada birleşir ve bu gaye iyi bir Fransız veya iyi bir Alman olmak hatta mümkünse Fransız’ın ve Almanın en iyisi, en büyüğü, en hayırlısı olmaktır.  O ister ki milli yükselişin ve üstünlüğün elde edilişinde bir hissesi bulunsun ve bu hisse olabildiği kadar büyük olsun.

 

 İslam âleminin bugünkü haline gelince aynı cemiyetten, aynı milletten birbirine farklı hatta birbirine zıt iki çeşit gaye görülür. Bunlardan birincisi İslamiyet esasına dayanan ve bu esaslara göre yaşayarak saadeti bulmaya çalışan bir gayedir. İkinci gaye ise aydın kitlenin gayesidir ki bu da batılı esaslara dayanır. Birinci gayeye mensup kişilerin sahip oldukları değerleri, fikirleri, tahrip edip yıkmaya çalışır. Daima batının nazariyesine ve inançlarına bina edilmiş yeni esaslar koymaya gayret eder.

 

 Görülüyor ki İslam âleminin her tarafında halk ile aydın tabaka arasında doldurulması imkânsız büyük bir uçurum vardır. Bu hale son vermek en acil ihtiyaçlardan biridir. Halk ile aydın arasında gaye birliği tesis edilmelidir.

 

  Müslüman milletlerin saadetlerini yalnız dinlerinden bekleyecek kadar dine bağlı olmaları sanıldığı gibi ne bir taassup ürünü ne bir yobazlık ne de bir fikri sapkınlıktır. Bu hal çok doğal olup İslam karakterinin mantıki neticesidir.  İnsanların cemiyetçi temayüllerini ve ilerleme arzularını tatmin ederek, mesut olmalarını sağlayacak en mükemmel din İslam’dır. Bu din ahlakını inancından, sosyal düzenini ahlakından, siyasetini ise sosyal düzenin den alır. Bir müslümanın dinine sımsıkı bağlı olması, yerine getirilmesi gereken vicdani bir vazife olduğu gibi aynı zamanda o derece kuvvetli bir sosyal ve siyasi vazifedir.

 

 İslam’ın sosyal düzen anlayışını bilen Müslümanlar hürriyet, eşitlik ve dayanışma fikirlerini benimser. Toplumu biri bir takım özel haklara sahip seçkin sınıf ile diğeri en tabii haklardan bile mahrum olan talihsiz bir sınıf diye ayırmaz. Siyasette ise insanları belirli bir hükümet şekline mecbur etmez. Karşılıklı hak ve vazifelere riayet edilmek şartı ile ihtiyaca göre hükümet kurmakta hür ve serbest bırakır. İslam âleminin bahsettiğimiz bu gayelerin ehemmiyetinin farkına varması gerekmektedir. Aydınlarımızın da bu birliğe hürmetle bakarak ellerinden geldiğince sağlamlaştırmaya çalıştırmalarını vazife edinmeleri gerekmektedir.

 

  Zamanın değişmesiyle insanlarla ilgili her şeyin değişmesi gerektiğini iddia edenler yanılmaktadırlar. Çünkü ihtiyaçların daima değişmesine rağmen insan tabiatı değişmez her zaman aynıdır. Zamanın bu esaslar üzerinde yapabileceği tesir ve değişiklik sadece tatbik şekilleri bakımından olabilir.  Biz şu fikirdeyiz ki İslam dininin ihtiva ettiği ahlaki, toplumsal ve siyasi öğretiler insan tabiatına tamamen uygundur ve Âdemoğullarının kıyamete kadar ki hayat ve kaderlerini düzenlemeye layıktır. Hatta şöyle düşünüyoruz ki batılı medeniyetlerin sayısız güçlüklerle geçirdiği ve geçirmekte olduğu çeşitli gelişim safhaları, dinimizin ahlaki, sosyal ve siyasi esaslarını kabul etmeleriyle sona erecektir.

Bu yazı 7975 defa okunmuştur.