Benim inancıma göre güzel bir gerçekliğe ulaşmak için yürünen yolda güzelliklerle karşılaşmak gerekir ve asıl olan güzelliğe ulaşmak sanıldığı kadar kolay değildir…
Her ne kadar çabalarsak çabalayalım çoğu zaman iyi, güzel, doğru ve faydalı olana ulaşmak adına gerçekleştirilen birçok çaba yeterli tecrübe ve farkındalığa ulaşılmaması sebebiyle sonuçsuz kalır.
Farkındalık nasıl bir şey olabilir?
Ben anı kavramak diyorum bunun için…
Peki ya ne kadar farkındayız?
Belki de bunun hakkında uzunca bir süre düşünmeliyiz.
Tecrübe içinse hayatta yenilen kazıkların toplamı gibi halk arasında söylenen genel bir tanım vardır. Söylem ne kadar doğrudur bilmiyorum ama eminim içerisinde bambaşka gerçeklikler barındırıyordur.
Tecrübe, yaşantılarımız sonrasında var olan durumu anlamak ve sonrasında olağan süreç için doğru tahminlerde bulunma yetisi olarak tanımlanabilir.
Asıl olan güzelliğe ulaşmak için farkındalık ve tecrübe yeterli midir?
Tabiki Hayır.
Bunun için birçok değişkenin hesaplanması gerekir. Zaman, mekân, var olan durumun etkileri en önemlisi de insan faktörü…
Kendi içinde bir bilinmezi taşıyan, yaşadığı olaylara karşı bambaşka ve farklı tepkiler verebilen, geçmişi, şu anı ve gelecekten bekleri her biri birinden farklı olan insan faktörü ortak bir güzelliğe ulaşmak için nasıl yan yana getirilebilir? Özellikle bu insanlar yaşantılarından tecrübe edinmek istemezken, yaşadıkları anın fakında değilken, ne geçmişlerine bağlı ne şu anları onlar için yaşamaya değer nede geleceğe dair en ufak bir beklentileri ve umutları yokken.
Farkındalık, tecrübe, zaman, mekân, yaşanılan durum ve gerçeklik, beklentiler ve etki… Güzelliğe ulaşmak adına birçok faktörden bahsedebiliriz. Önemli olan bu birçok faktörün doğru zamanda ve uygun mekânda yaşanılan durum ve gerçekliğin farkındalığıyla tecrübelerimizden yola çıkarak etkilerinin hesaplanabilmesi, olabilecek en güzel beklentilerin hedeflenmesi ve gerçekleşmesi adına savaş verilmesi olmalı.
Bir şeyin gerçekleşmesi için; benimsemek, çaba sarf etmek, azmetmek gibi birçok farklı söylem vardır. Ben bunun için savaşmak derim. Geçmişten öğrendiğim bir söz ‘’yoluna baş koymak’’ Benim için oldukça anlamlı bir cümledir. Bir amaç edinmişsem ve hedeflerim varsa onun yoluna baş koyarım. Sonrasında karşılaşacağım hiçbir zorluk beni yıldıramaz, farkındalığımı yitirmeden tecrübelerim ve tahminlerimle olası en iyi gerçek güzelliğe ulaşmak adına…
Tecrübelerim ve tahminlerimle?
Geçmiş, şuan ve gelecek ve sonrası…
Tecrübelerimiz ve tahminlerimiz diyoruz ya. Sonrasındaysa olası en iyi gerçek güzellik… Buna ulaşmak nasıl zor bir yolmuş. Kolay olanı seçmek, hiçbir şey yapmamak ya da kötü olmak daha mı doğru olur? Ya da doğru olan tepkisiz kalmak, olumsuz bir karşılık vermek ya da sadece olumlu bakmak mıdır?
Doğru olan nedir sizce?
YA da’’ Olası En İyi Gerçekliğe’’ ulaşmak …
Doğru olan belki de bu değişkenlerin ortalaması olmalı. Doğru olan belki de sadece iyilik yaptığın için iyi olmak değil kötülük yaptığın için kötü olmakta, tepkisiz kalmakta değil. Doğru olan belki de hata yapmaktan korkmamak, tecrübe edinmek, zamanın farkındalığıyla hayal etmek ve umutlarımız için çaba sarf etmekten vazgeçmemek, savaşmak olmalı.
Doğru olan….
Doğru olan ne biliyor musunuz?
Doğru olan ’Sizsiniz’ ve ‘Varlığınız’ Doğru olan biziz ve gerçekliğimiz…
Doğru olan şu anımız…
Doğru olan varlığımızla etrafımızdaki insanlara varlık katabilmek, biz olabilmek. Ve her ne kadar biz olabilirsek o kadar güzel olana ulaşabileceğimiz gerçekliği…
Biz olmak, güzele ve doğruya ulaşmak adına yazılan bir şiir biliyorum…
…
Sen bensin ben seninim
Bu gerçeklik benim
Acın kederin umudun benim
Yolum sensin beklentim sen
Ben seninim sen benim..
…
Bu güne dek asıl olan güzelliğe ulaşmak adına birçok yazı yazıldı ve bular hakkında tartışıldı. Asırlarca, binlerce yıl süren söylemlerin ardından olası, mutlak bir yol keşfedilebilmiş değil. Benim söylemlerimin hakkında da tartışabiliriz ve görüş alış-verişinde bulunabileceğimiz bu süreç bana zevk verir.
…Önemli olan da bu işte… Biz kavramının ortaya koyacağı olası en iyi güzellik adına görüş alış-verişinde bulunabilmek ve en iyisine ulaşabilmek….
Varlığımız, çelişkilerimiz, özümsediklerimiz; farkına vardıklarımız ve ötekileştirdiklerimizle biz ne kadar asıl olan güzelliğe yaklaşabildik?
Ne yazık ki bizim varlığımızda varlık bulmak istediğimiz bir komşumuz yok, geleceğimiz için bir umudumuz bir çabamız yok, özümsediğimiz bir amacımız ve uğruna savaş vermek istediğimiz bir geçekliğimiz yok, yaptığımız tek şey bir diğerini ötekileştirmekten ibaret. Hem de bunları en çok sevdiğimizi söylediğimiz insanlara en fazlasıyla yapıyoruz.
Ne yazık…
Sevgi böyle bir şey olamamalı..!
Ve bu ne kadar doğru? Olması gereken bu mu?
Yeri gelmişken ötekileştirmenin kendi nezdimde naçizane tanımını yapmak isterim:
-Kendi gerçekliği dışında her ne varsa diğer atfettiğimiz kişi, olay ve durumları olabilecek en acımasız şekilde yargılamak ve objektiflikten uzak sonuçlar elde etmek, bu sonuçlar bağlamında en olumsuzunu göz önünde bulundurarak benim değilsin, sen böylesin diyebilmek.
Ve… ötekileştirirken; algı, değerlendirme ve sonuç eğrisinde bilincimizin bize karşı oynadığı bir oyun sonucunda belki de olabilecek en haksız varsayıma ulaşıyoruz, bunu paylaşmaktan çekinmiyoruz da.
Çokta uzak olmayan bir zamanda doğasının güzelliğiyle beni kendine hayran bıraktıran köy okuluna atandım…
Ötekileştirme kavramı çerçevesinde ulaşabilecek her türlü olumsuz sonuca buranın halkının meylini görmek… Kendinden başkasını yok sayan aslında ne kendine ne etrafındaki insanlara ne de geleceğine en ufak yatırım yapmayan, olağan süreç içerisinde yakınmaktan ve şikayet etmek dışında bir şey bilmeyen bu insanlarla karşılaşmak.
O halka söyleyebileceğim tek şey ‘gerçekliğimiz hepimizin eseri’. Ve bir şeyler olmuşsa sonuçlarını fütursuzca eleştirebilme yetisini kendimizde bulamamalıyız. Zaten bu bizim eserimiz!
Hiçbir şeyin farkında olmadan eleştirdiğimiz bu köye ve şehrin insanlarına; haksızca yaptığımız eleştirilerimizde onlardan bir parça olduğumuz ve eleştirdiğimiz durumunda oluşmasında-süreçte bizimde var olduğumuzu bilmeliyiz.
…bunu düşünmek gerek.
Nerede hata yaptığımızı??
Belki o köyde yaşadığım örnek birkaç olay paylaşırsam daha açıklayıcı paylaşımlarda bulunabilirim..?
O köye ilk gittiğimde mesleğim itibariyle bana ve aynı zamanda benim meslek grubumda yer olan insanların öncelikli faydalanması gereken ancak faydalanamadığımız ismi çokta lazım olmayan bir konaklama kurumda odaların karayolundaki bir müdüre ve onun kız arkadaşına tahsil edildiğini öğrendim. Ve bu durumu hazmedemeyip akşam geç saatte sokakta kaldım.
O köyün halkına sağlıklı beslenmeye ilişkin bilgi vermek ve gelecek neslinin sağlıklı, uzun ve başarılı bir hayata sahip olmaları adına gittiğim bir kurumda, yetkilinin 45 dakika boyunca evrak aradığına şahit oldum. Meslektaşına bir bardak çay ikram etmekten aciz olan bir kurumda 3 tl verip akşama kadar konuşmaktan yorulan sesimin normale dönmesi ve anlatmaya devam edebilmek için çay aldım.
Bir diğer kuruma girdiğimde Ayşegül ablanın referansının önemine şahit oldum.
Atama yapılacak bir mevki için tek gerçekliğin kimin torpili ağır basarsa olduğunu duydum. Tapusunu sana vermeyecekleri bu koltuk için olağanüstü uğraş sarf eden sevdalıları…
Neyin sevdasıysa…
O köyde karşılaştığım çokta değer verdiğim bir şahsiyetten güzel bir faaliyetimiz için yardım talep ettim. Kendisi herkese karşı olduğu gibi bana da olumlu cevap verdi ve desteğini sürdüreceğini söyledi. Ancak böylesine güzel yaklaşımları olan biri çalışanlarına iş tanımlarını yapmayı unutmuştu. Ve orada bulunan birkaç kişi dışında hiç kimse orada niçin bulunduklarını bilmiyorlardı. Böyle değerli ve güçlü bir karakter için üzüldüm.
Köyün marketlerinden birine gerçekleştirmeye çalıştığımız faaliyet kapsamında gittiğim bir işletmede milyonlarca lirası olan bir işletme sahibinin 5-10 tl lik bir indirim yaptıktan sonra, fatura istediğimi söylediğimde yaptığı indirimi geri aldığına şahit oldum.
İnsanların sözlerinin arkasında durmadıklarını, girdikleri ortamlarda değişen çokta hoş olmayan söylemlerini, sadece olumsuz baktıkları ve ötekileştirmek istedikleri için bambaşka bir algı ve yorumlama yetisi kazandıklarını hayretler içerisinde izledim.
…Sonrasında kendimce çokta anlamlandıramadığım sorular şahsıma yöneltilen sorular??
…senin görevin mi, yapmak zorunda msn, bunlar için para alıyor msn, başka işin gücün yok mu, sen böyle her gün nereye koşturuyorsun, sen ne meslek yapıyorsun???
Dedimya benim işim bu etrafımdaki insanlara değer katmak. Varlığımla varlık katmak ve bulmak. Güzel olana ulaşmak ya da ihtimalini yaşamak…
Mesleğim, yaptığım iş, kazandığım para bunların ne önemi var. Önemli olan insan olabilmek, iyiyle, güzellikle, doğruyla, hakkıyla yaşayabilmek değil mi?
He şunu da söylemden geçmek istemem. Ben doğrumla, yanlışımla, hatalarımla ben şuanım, geçmişim ve umutlarımla sıradan bir vatandaşım. Ben hiç kimseyim! ancak yüreğimde milyonlarca siz varsınız.
Yapmaya ve anlatmaya çalıştıklarımı görenler genelde pişman olacağımı ve bir karşılık bulamayacağımı söylerler.
İyi yada kötü bir beklentim yok. Sen farkında olmasan da ben amacımı gerçekleştiriyorum zaten, önemli olan sadece o anı yaşamak…
Ama insanca yaşamak…
Sizce hayat böyle bir şey değil midir?
‘’Anı Yaşamak’’
Hatırlayın! öncesi ne kadar varmış gibi hissettirse de yok. Yaşandı tecrübe edindik ve bitti. Sonrası öylesine değişken ki! Mutlak bir bilinmezlik. Sadece hayal ve umut etmekten başka yaptığımız hiç bir şey yok.
Ve şu anımız…
Çok sevdiğim, sürekli okumaktan ve dinlenmekten olağan üstü keyif aldığım Can Yücel’in bir şiiriyle yazıma son vermek istiyorum.
Eğer yeniden başlayabilseydim yaşamaya,
İkincisinde daha çok hata yapardım.
Kusursuz olmaya çalışmaz, sırtüstü yatardım.
Neşeli olurdum, ilkinde olmadığım kadar,
Çok az şeyi
Ciddiyetle yapardım.
Temizlik sorun bile olmazdı asla.
Daha çok riske girerdim.
Seyahat ederdim daha fazla.
Daha çok güneş doğuşu izler,
Daha çok dağa tırmanır, daha çok nehirde yüzerdim.
Görmediğim birçok yere giderdim.
Dondurma yerdim doyasıya ve daha az bezelye.
Gerçek sorunlarım olurdu hayali olanların yerine.
Yaşamın her anını gerçek ve verimli kılan insanlardandım.
Yeniden başlayabilseydim eğer, yalnız mutlu anlarım olurdu.
Farkında mısınız bilmem. Yaşam budur zaten.
Anlar, sadece anlar. Siz de anı yaşayın.
Hiçbir yere yanında su, şemsiye ve paraşüt almadan,
Gitmeyen insanlardandım ben.
Yeniden başlayabilseydim eğer, hiçbir şey taşımazdım.
Eğer yeniden başlayabilseydim,
İlkbaharda pabuçlarımı fırlatır atardım.
Ve sonbahar bitene kadar yürürdüm çıplak ayaklarla.
Bilinmeyen yollar keşfeder, güneşin tadına varır,
Çocuklarla oynardım, bir şansım olsaydı eğer.
Ama işte 85'indeyim ve biliyorum.
ÖLÜYORUM....
FACEBOOK YORUMLAR